Bölüm 3: Bozgun
Tartus tepeleri zorluydu. 100'lerce irili ufaklı nehir ve dere vardı. İstihbaratlar olumluydu. Karşılarına ordu çıkmamıştı. Özgürce ilerliyorlardı. Gittikleri her köy sancaklarını asıyordu evlerinin tepesine.
- Birkaç saat içerisinde yeni istihbarat bizlere ulaşacak.
dedi İshak Paşa. Bayezid tedbirli şekilde ilerlemeye devam edilmesi emrini verdi. Aklı sürekli sarayda, oğlunda, oğlunun anasındaydı. Kederli düşüncelere dalmış iken birden İshak Paşa bağırdı :
- İstihbarat timi dönüyor hünkarım !
Ötede gerçekten de bir grup atlı vardı. Atlılar çarşaflara sarılı süvarileri taşıyordu. İstihbarat timlerinde, aidet anlaşılmasın diye hiçbir flama yoktu. Lakin karşılarına ordu bile çıkartmaya korkan düşmanın hafif silahlı birkaç atlıyı önlerine süremeyeceği de aşikardı. En azından Bayezid bu düşüncedeydi.
Atlı grup yaklaştı... Yaklaştı... Yüz metre kalmıştı ki atlıların başındaki kara çarşaflı istihbarat eri, kılıcını kınından çıkartarak havada sallamaya başladı. Onu ötekiler izledi. Hünkar'ın gözleri kısıldı :
''Hücum !''
Atını geriye koşturdu Hünkar. Yeniçeriler set halinde dizildiler, bir grup ise diğer grubun önünde diz çöküp nişan aldı tüfeklerine.
- Ateş !
Yeniçeri başının emri ile öndeki üç atlı, atları takla atarak tozla toprağa karıştı. İkinci yeniçeri grubunun ateşi ile üç atlı daha devrildi. Tek atlı çılgınca atını koşmaktaydı. İshak Paşa fırladı, tek kılıç hamlesi ile böğrünü deldi süvarinin. Yaşlı Bayezid Han anlam veremiyordu. Memlük'lülerin bu hamlesi delilikti. Asker kaybedemeyecek durumda olmaları lazımdı. Nitekim Bayezid yanılıyordu. Göğden bir ıslık yükseldi. Bayezid başını sola çevirdi. Gördüğü manzara karşısında dili tutuldu.
On binlerce ok, güneşin ışığını karartmıştı. Ordusuna doğru ıslık çalarak gelmekteydi oklar. İshak Paşa, Bayezid'in üstüne sıçradı. Attan düşen Osmanlı Han'ı acı bir haykırış kopardı. Askerler kalkanlarını göğe siper etmişti. Oklar yağmur gibi yağmaya başladı. Osmanlı güçleri hazırlıksız yakalanmıştı. Padişah'ın üstüne kalkan olan İshak'ın gıkı çıkmıyordu. Oklardan biri, Bayezid'in açıkta kalan sağ ayağına saplandı. Adrenalinden hissetmemişti bile bunu. Ok yağmuru otuz saniye sürdü. Sonra atlı sesleri yükseldi.
Askerlerinin neredeyse tamamı yaralıydı Bayezid'in. Fazla ölen olmamıştı kalkanları göğe siper eden askerlerden. Yavaşça doğruldu İshak'ın altından. Elini İshak'ın omzuna koydu, gelen atlılara bakarak teşekkür etti. Fakat İshak'tan ses çıkmıyordu. Korku ile İshak'a döndü. Dönüşü bir ömür gibiydi sanki. İshak Paşa, miğferinin arkasını delen bir ok ile şehit olmuştu. Gözleri korkusuz, cesurca bakıyordu önüne. Dizlerinin üstüne doğruldu yüce Han. İshak'ın başını iki eliyle tuttu. Ordu kendisini izliyordu. Elleri titriyordu. İki damla yaş döküldü yanaklarından İshak'ın cansız yüzüne. Kısık sesle bir şeyler fısıldıyordu.
''... abduhu ve resulu''
Tereddütsüz kılıcını kınından çekerek haykırdı.
''Allah Allah !''
Ordu da aynı nidalar eşliğinde atağa kalktı. Yaralarını hissetmiyorlardı sanki. Gözü öfkeye bürünen Bayezid Han, ordusunun koşuşturmasına katılma gayreti ile atağa kalktı. Kalkması ile yere kapaklanması bir oldu. Sağ ayağına isabet eden ok yüzünden hareket edemiyordu. Vezirlerinden ikisi onu kollarından tutup yaralı atına yerleştirdi. Sanki biraz önce cildi deşilen at o değilmiş gibi ileri fırlayıverdi.
---
Saray delik deşikti. Askerler sağlı sollu dizilmiş selam duruyorlardı Timur Emir'e. Atı ile yavaş adımlarla ilerliyordu Timur. Görünürde yanma ibaresi yoktu, belki, eğer şansları vardıysa belki... Bu düşünce ile beraber kalbi göğsünü delercesine atıyordu. Etrafına bakınıyordu genç komutan. Sağda annesinin cesedi başında ağlayan bir çocuk vardı. Ondan uyanmasını istercesine bağırıyordu ona. Solunda ise kolunu kaybetmiş bir er oturmakta, kolu olması gereken yere bez tıkmaya çalışmaktaydı. Kuşlar geçti gökyüzünden cıvıl cıvıl.
Sanki yeryüzünde olan biten umurlarında değilmiş gibi. Onlar, kendilerine ait güvenli gök deryasında mutlu mesut geçiniyorlardı. Dönemeci dönmek üzereydi ulu Timur. Bir an atının eğerini çekti. Dönemecin kendisine bakan kısmına ilginç simgeler kazınmıştı. Daha dikkatli baktı Timur. Yan çizilmiş bir ''Ş'' harfi vardı karşısında. Yoluna devam etti.
Dönemeci döndüğünde karşısında gördü hanedanını. Sapasağlamlardı. Eşinin elbisesinin eteği yıpranmıştı. Yüzüne baktığında yüzü gülüyordu eşinin. Pisti elbiseleri, aç görünmüyorlardı. Oğlu Talas ağlıyordu. Gülümsedi ulu Komutan. Atından indi ve yavaş adımlarla hanedanına yaklaştı. Sırtındaki yük kalkmıştı sanki, fakat daha önünde zorlu bir dönem vardı. Devleti parçalanmaktaydı. Bunu sadece kendisi durdurabilirdi.
---
Memlük atlıları, Osmanlı süvarilerinin peşi sıra kaçıyordu. Tepenin arkasında, çıktıkları yerde kayboluverdiler. Süvariler ve Hünkar onları izlemekteydi. Süvariler tepeyi aştıktan sonra durakladılar. Arkada takipte olan Bayezid ''Hücum !'' diye bağırmaktaydı. Ama atlar kıpırdamıyordu. Buna anlam verememişti.
Kendi atı da tepeden aşağı doğru sıçradı ve koşmaya devam etti. Süvarilerinin arkasına ulaştığında atını durdurdu. Konuşmuyordu. Nefes bile almıyordu. Herşey bitmişti. Yapabileceği birşey yoktu. Kan beynine sıçradı, başaramamıştı. Atalarından aldığı emaneti koruyamamıştı. Bu düşüncelere dalmıştı Bayezid. Bütün Osmanlı ordusu, sudan çıkmış balık misali donmuştu. Her asker birkaç saniyeliğine Hünkar'a bakıyor sorarcasına bakıyor, sonra önüne dönüyordu.
Yaklaşık beş yüz bin askerden oluşan Memlük ordusu, bütün Osmanlı Ordusu'nu ''Hilal Taktiği'' ile kuşatmıştı. Türk'ün hilal taktiğine yenilmişti Bayezid. Böyle olmamalıydı. Ortada, filin karşısında duran karınca misali ufacık duruyordu Osmanlı askerleri.
Beş dakika boyunca sessizlik vuku buldu. İshak'ı düşünüyordu Bayezid. Onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Can dostunu öldüren düşmana saldıracak cesareti bile bulamadı yaşlı Han. Gözleri doldu Bayezid'in.
Yeri göğü inleten borazan sesi duyuldu. Osmanlı erleri iyiden iyiye korkmuş idi. Bir takım askerler firar etmeye başlamıştı. Bu, kesin mağlubiyet anlamına geliyordu. Borazan ile beraber Memlük ordusunun sol kanadını oluşturan yüz binden fazla atlı birlik, ana ordudan kopup hareket etmeye başladı. Lakin hareket düzeni Osmanlı değil, güneye doğru idi. Şaşkınlıktan gözleri düşen vezirler Padişah'a bakıyorlardı.
Bayezid Han, yeniçeri olur iken verdiği yemini hatırladı. Kimseyi ölüme zorlayamazdı. Gözleri çeşme misali ağlıyordu ihtiyar Padişah. Atından atladı. Yaralı ayağı ile topallaya topallaya düşmana ilerliyordu. Bunun, Osmanlı'nın sonu olduğunu biliyordu. Bu düşünce adeta gırtladığı düğümledi. Yutkunmaya çalıştı. Olmuyordu ! Nefes almakta güçlük çekiyordu. Kılıcını kınından yavaşça çekti. Düşmana doğru yürümeye devam ediyordu.
Vezirler bu manzara karşısında duygularına hakim olamadılar. Ağlıyorlardı. Vezirlerin yarısı firara yeltendi, binlerce Osmanlı askeri de onlara katıldı. Vezirlerin diğer yarısı ise Padişah'ın yanına at sürüp onu vazgeçirmeye, geri dönmeye iknaya çalışıyorlardı. Bayezid bir tuhaflığın farkında idi. Ne ok atılıyordu ne de gülle. Memlük ordusu put gibi yerinde durmaktaydı. Hatta ön cephedeki askerler yerlerde bağdaş kurmuş oturuyorlardı. Bu manzara karşısında kahkaha attı cesur Osmanlı Han'ı. Birkaç atlıdan oluşan Memlük atlıları ordularından ayrılıp kendilerine yaklaşmaya başladı. Bayezid ve vezirlerinden birkaçı iyice ordudan ayrılmışlardı, ordudan kaçmayanlar ise neler olacağını merak ediyorlardı.
...
Ailesi ile iyice hasret giderdi Timur. Eşi, büyük cesaret örneği sergileyerek kendisini korumakla görevli yaralı bir ağanın yarasını, elbisesinden kopardığı parça ile sarmış idi. Memnuniyet duyan Timur eşinin alnını öptü. Talas'ın kokusunu iyice içine çekti. Şehirdeki binlerce ölü bedenin kokusuna kıyasla cennet kokuyordu evladı.
Ordu şehre dağılmıştı. Onbinlerce asker meydanlara halkı toplamış, binlerce haini idam etmek ile meşguldü. Bu durumda şehrin kokusu tam anlamıyla cehennem gibiydi. Ailesi ile meşgul olan Timur'un yanına iki veziri ve tutuklattığı hanedeki adam geldiler. Elleri bağlıydı adamın. Doğruldu yüce Timur, adamın yanına geldiği gibi sağlam bir yumruk oturttu adamın suratına. Ağzı burnu kan içinde kalmıştı adamın. Daha fazla görmeye dayanamadı adamın suratını. Öldüremeyeceğini de biliyordu. Adamın yaptığı kabahat çok büyüktü. Onbinlerce insanın canını alakadar eden bir kabahatti. Cesur atına atladığı gibi sokakları gezmeye başladı Timur. Çocukken gülüp eğlendiği sokaklar adeta kızıla boyanmıştı. Birşey düşünemiyordu. Beyni boşalmıştı.
---
Karşılarında duran beş atlıdan dördünün süvarisi yere kapaklanıp baş eğdiler Bayezid Han'a. Nice değerli taşlarla bezenmiş miğferinin ardından sert bakışlar atan süvari ise dimdik durmaktaydı. Bayezid sinirden titriyordu. Teslim olmak gibi bir amacı yoktu. Kılıcını kınına sokmayacağa benziyordu. Beşinci süvari konuştu :
- Ey Bayezid Han ! Biz ki Cihan devleti Memlük olarak seni ve ordunu yendik, bundan böyle iki devlet barış için görüşmelere başlayabilir !
Duydukları karşısında küçük dilini yutacaktı Bayezid Han. Karşılarındaki, ucu gözükmeyen ordudan kopup gelen bir asker, barış istiyordu. Üstelik kendi ordusunun yarısı firar etmiş iken. Bayezid sordu :
- Kimsin sen asker ?
- Ben, Kansu Gavri, Memlük İşgal Orduları Komutanı ! Türk oğlu Türk'üm ! Ordularımız, siz bize saldırmadığı sürece sizlere saldırmayacaktır !
Kılıcını kınına yerleştirdi Bayezid Han. Osmanlı'nın ve ordusunun parçalanmayacağını duymak içini rahatlatmıştı, lakin ölen onca askerinin ve İshak'ın öcünü alamayacak olması kalbini yakıyordu adeta. Bayezid ile Kansu konuşurlar iken, arkaplandaki devasa Memlük ordusu geri çekilmeye başlamıştı bile. Bayezid sordu :
- Ne istiyorsun ey kaffar !
Kansu tebessüm etti. Bayezid'in gururlu olduğunu biliyordu. Gururunu incitmek demek, bu görüşmeyi uzatmak anlamına gelirdi. Lakin Kansu'nun görüşmeyi uzatmaya niyeti yoktu. Bir an önce Mısır'a dönmesi gerekiyordu :
- Ey, yeri göğü kudretiyle saran Osmanlı Şah'ı ! Şanını duymayan, hıncını tatmayan Allah'ın kulu yoktur yeryüzünde ! Bundan ki senin gibi yiğitle çarpışacak değilim. Af eyle bu komutanı ve iki devlet arasında ilelebet barış arzumu kabul eyle ! Bunun garantisi olarak kızın Nasır Sultan'ı bana gelinim olarak yolla ! Kan bağı ile kesinleşen aileliğimiz, iki devlet arasında kesin bir kardeşliği tesis etsin !
Aslında her teklife evet demeye hazırdı Bayezid Han. Her türlü barış, devleti yok oluştan kurtarmak demekti. Bunun farkındaydı. Lakin Memlük hanedanı ile aile olmak... Bu tam anlamıyla beklentilerinin üzerindeydi. Kansu devam etti :
- Halkına ''Zafer Kazandım'' de ! bundan beri Dulkadir vilayeti Osman soyuna aittir !
Görüşmeler bir saat sürdü. Sahte bir zafer elde eden Osmanlı Han'ı, ordusunun yarısı firar etmiş halde ve İshak Paşa'sız olarak Payitaht'a doğru yola koyuldular...
---
Kokudan bunalmış Timur, surların dışarısında kurulu ordugahına yönelmişti. Ordugah çok hareketliydi. Atını tepeye koşturdu. Tepede 10'larca ulak, vezirleriyle tartışmaktaydı. Bakış attı vezirlerine. Sert bakışlar ile yanıt geldi vezirinden. Eli ile tepenin arkasını gösteriyordu veziri. Atını dört nala koşturdu. Gördüğü manzara karşısında ne düşüneceğini bilemedi. On binlerce atlı ve piyadeden oluşan bir ordu kendilerine yaklaşıyordu. Ama flamalara anlam veremiyordu. Ulaklardan biri Timur'un sağında yere kapaklandı :
- Emir'im ! İsfahan ve Kirman düştü !
Soğuk duş etkisi yapmıştı bu haber. Devletin batısı kopmuştu tamamen. Soran gözlerle baktı Timur, ulağa :
- Akkoyunlular ulu Timur ! Yeni bir devlet şemsiyesi altında ordu kurmuşlar. Yüz bine yakın askerimizi kaybettik. Şehirler tamamen düştü.
Devleti bir arada tutmanın imkansız olduğu açığa çıkmıştı. Elindeki çerileri bu uğurda öldürmeye niyeti yoktu. Devlet, doğal sınırlarına geri çekilmeliydi. Ulağa döndü :
- Bana derhal Babür Han'ı getirin !
---
Geri çekilen yorgun orduyu takip eden atlı grubu görüldü. Osmanlı okçuları ve tüfekçi yeniçeriler yerlerini aldılar. Bu atlıların Memlük atlısı olma ihtimali yoktu Padişah'ın gözünde. Ellerinde fırsat varken yok etmemişlerdi Osmanlı'yı. Şimdi peşlerine düşülmesi akla mantığa aykırı idi. On metre kala yere secdeye kapandı süvariler. Bunlar Osmanlı istihbaratından sorumlu atlı birliği idi. Öfke ile karışık kahkaha patlattı Bayezid :
- Bre zındıklar ! İki saat evvel gelseydiniz ya !
- Affedin hünkarım. Memlük esiri idik. Bize çok iyi davrandıları, her birimize kese altın vererek yolladılar. Gelirken Memlük ordularının geri çekildiğini gördük.
Sabırsızlanan üzgün hünkar asıl istihbaratı sordu. Süvariler :
- Hünkarım ! Afrika karışık. Hafsit, Banu, Tuvareg, Makurya ve Berberi kabilelerinden yüz binlerce asker Mısır'a girmiş. Memlük devleti yıkılmamak için direniyor...
(Üçüncü Bölümün Sonu)